İnsanı tanımlarken, her zaman sosyal bir varlıktır deriz. Belki de sırf bu nedenle, dünyaya gelişimizden itibaren kendimizi ifade etmeye çalışırız. Bu çabanın altında bedensel gereksinimlerimiz olduğu gibi duygusal gereksinimlerimiz de vardır. Örneğin bir bebek karnı tok olduğunda da ağlayabilir. Ama biz ebeveynleri olarak, altının temiz ve karnının tok olduğunu bildiğimiz için bu ağlamaları anlamsız buluruz.
Oysaki bebeğin, kucağa alınıp sevilmek istiyor oluşunu hiç düşünmeyiz. Ağlamanın veya gülmenin her zaman fizyolojik bir sebebi olduğunu düşünürüz. Bu nedenledir ki, sevginin duyumu ve iletişimin başlangıcını, kendi dışımızdaki varlıklardan öğrenme süreci sancılı geçmektedir. İnsan kendini tam anlamıyla ifade edemediği sürece de bu devam edecektir.
Peki iletişim dediğimizde anladığımız, yalnızca sözel bir aktivite midir? Elbette hayır. Farklı kişiliklerimizden ve yaşam tarzlarımızdan ötürü, her bireyin kendi dışavurumu da farklı gerçekleşecektir.
İşte bu noktada sanat dediğimiz alternatif iletişim yolu, kendi varoluş çabamıza yardımcı olmak için beklemektedir. Görsel, işitsel ve performans sanatları gibi kişinin farklı özelliklerine hitap edecek bu yollar, bizi kendi gerçeğimize bir adım daha yaklaştırarak farkındalığımızı arttıracaktır. Bütüncül tıp dediğimiz, insan için gerekli olan fiziksel, kimyasal ve ruhsal birleşim, bu sayede kendi içsel döngüsüne devam edecek ve akış sağlanacaktır. Yazının başında da belirttiğimiz gibi, her bireyin kendi dışa vurumu ne kadar eşsizse, fiziksel ve kimyasal bulgularının değerlendirilmesi de o kadar eşsiz ve özgün olacağı için, bunu değerlendiren profesyonelin sanatçı duyarlılığında olması gerekir.
O yüzden, tıp daha çok sanat bir miktar da bilimdir. B.B